Neredeyse varlığını unuttuğum eski blog larımdan birinin, bana bir şey hatırlatmak üzere kaynak olarak gösterilmesiyle hatırladığım sitedeki eski yazıları, yeni siteye aktarmaya karar verdim. Altta yer alan yazı Atlas Dergisinden bakarak nete 2010 yılında aktardığım güzel bir yazıydı. Umarım burada yer alması sorun yaratmaz. Bu ve bunun gibi yazıların da blogspot'un eski sayfalarında halen kalması bir yandan da hoş bir durum, artık kendi başlarına birer internet arkeolojik varlığı haline geliyorlar. Yazı içi verdiğim eski bir çok linkte çoktan kaybolmuş. Özellikle devlet kurumlarında host edilen yazıların da uçması bir hayli üzücü
Yazı: Gökhan Tan
Fotoğraflar: Sırrı Erinç Arşivi
Atlas Dergisi, 2002 Mayıs, Sayı 110
Coğrafyamızın belleği, modern yer bilimlerinin öncüsüydü. Sırrı Erinç’in ölümüyle Türkiye coğrafya hocasını yitirdi.
Sırrı
Hoca’yı bir çizgi roman kahramanına benzetiyorum. Başında fötr şapka,
ağzında sigarası, uçsuz bucaksız arazinin ortasında takım elbiseyle
dolaşan heybetli bir adam. “ Bir arazi kıyafeti bile edindiremedim”
diyor eşi Vahide Erinç: “ O da elbise, bu da elbise derdi.” Belki de
Sırrı Erinç’i gerçek kılan, o elbisenin altından çıkaracağı bir
pelerininin olmaması. Bizden biri olması. Hoca’nın eski fotoğrafları
arasında dolaşırken, zaman zaman Vahide hanım bile onu, arazide
kendisine rehberlik eden Anadolu insanlarından ayırt etmekte zorlanıyor.
İpucunu yine Hoca veriyor; istisnasız gülümsüyor tüm fotoğraflarda.
Muzipçe bir gülüş bu. İnsanlığa faydalı yeni bir maceranın peşindeki
kahramanın gülüşü.
Prof.Dr.
Sırrı Erinç çalışmalarına, 1984 yılında İÜ Deniz Bilimleri ve Coğrafya
Enstitüsü müdürlüğünden emekli olduktan sonra da devam etti. Eylül
2001'de İstanbul'daki evinde çekilen fotoğraf, ünlü coğrafyacımızın son
fotoğrafı oldu.
Has Üniversitesi’nin Balat’taki kampüsünde Sırrı Erinç hakkında sohbet ederken Yücel Yılmaz
bir ara ayağa kalktı. Üniversitenin rektörü, odasının Haliç’e bakan
büyük kemerli pencerelerinden birine yaklaştı ve dışarıyı gösterdi.
“Burası” dedi, "bir zamanlar karaymış. Deniz gelgit olayı nedeniyle
karaya sokulmuş ve bu halici oluşturmuş”. Coğrafyacının işi bunu
söylemek, yani yeryüzü şekillerinin tanımını yapmaktır. Erinç’in
coğrafyası bu kalıba sığmaz. Karşıda Galata’yı göstererek, “Demek ki
kara yükselmiş. Tektonik hareketler yeri hangi yöne sıkıştırmış? Boğaza
açılan diğer akarsularda neden aynı şey görülmemiş? Acaba buzullar mı
etkili olmuş?”. Sırrı Erinç, yerkabuğunda gördüğümüz her oluşumu meydana
getiren olayları ve süreçlerini anlamaya çalışan bir coğrafyacıydı.
Celal Şengör, Yücel Yılmaz’ın verdiği örneği daha ileri götürür ve sık
sık Erinç’in 19. Yüzyılda coğrafyayı “ilgili tüm bilimleri” içeren bir
disiplin olarak ortaya koyan ünlü dahi Alexander Von Humboldt’un yarattığı ekolün son temsilcilerinden olduğunu söyler.
Sırrı Erinç (ortada), Uludoruk (Cilo) Dağı'nda 1948 yılında gerçekleştirilen 15 günlük kamp çalışmasında.
İlginç
olan, Sırrı Hoca’nın 66 yıl boyunca yüreyeceği bu yolu henüz bir lise
öğrencisiyken belirlemesi ve hazırlıklarını da buna göre yapması;
İstanbul Erkek Lisesi’nde ana yabancı dil olan Almanca’nın yanında,
Fransızca ve Rusça öğreniyor. ( Üniversitede buna İngilizceyi de
ekliyor; İtalyancayı okuyup anladığına ise Celal Şengör şahit.)
Öğretmenleri Erinç’i İstanbul Üniversitesi’ne götürerek daha sonra
Türkiye Bölgesel Coğrafyasında büyük bir isim olacak Besim Darkot ve jeolojinin Türkiye’de ayrı bir disiplin olarak gelişmesi için ilk adımları atan Hamit Nafiz Pamir’le
tanıştırıyor. Liseyi birincilikle bitiren Erinç, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’ne giriyor; aynı anda Yüksek Öğretmen
Okulu’na da kaydını yaptırıyor. Zamanın milli eğitim bakanı Hasan Ali
Yücel’in özel izniyle, dönemin müfredatında ağırlıklı olarak tarih
dersleri yerine Jeoloji Enstütisü’nün tüm derslerini alıyor. Coğrafya ve
jeolojiyi eşzamanlı okuyarak 1940 Türkiye’sinde bir ilki
gerçekleştiriyor. Aynı yıl Coğrafya Bölümü’nde asistanlığa başladı.
1940’ın
Türkiye’de yer bilimleri için yeni bir milat olduğunu söylemek sanırım
yanlış olmaz. Bu dönemde yer bilimleri “ üniversite koridorlarından”
gerçek anlamda çıkıp, özellikle Sırrı Erinç ve İhsan Ketin’in
çalışmalarıyla özgün arazi çalışmalarına yöneliyor. Söylemek istediğim
bu dönem öncesinde bilimsel arazi çalışmalarının yapılmadığı değil,
fakat veriler toplandıktan sonra ortaya konan sonuçların tümüyle yeni
bir şeyler söylemediği. Bu çalışmalar genellikle, Kayser, Kober gibi dünyanın önde gelen bilim adamlarının teorilerinin Türkiye için yorumlanmasından ibaret.
Kaçkar
Dağların’daki araştırmasını anlatırken, “ Merak ve öğrenme ateşi
içinizi kavurmazsa, bu iş olmaz.” demişti Sırrı Hoca, “hele dönemin
Türkiye’sinde”. Tren ancak Erzurum’a kadar gidiyordu. İspir’e 200
kilometrelik mesafeyi posta tatarıyla yürüyüp, dağlarda gecelemişler.
Yer şekilleri ve iklim ilişkisi, daha ilk yıllardan itibaren mesleki
ilgisinin odağını oluşturuyordu. Buzullaşma, bu konuda geçerli verileri
sağlıyordu, ancak Türkiye’de buzul olduğu o döneme kadar bilinmiyordu.
1944 yılında tamamladığı doktora çalışmasında, Kaçkarlar’de buzul
oluşumunu ilk defa detaylı olarak belgeledi. Doğu Karadeniz Dağları’nın Pleistosen’den
bu yana tektonik yükselmeye uğradığını jeomorfolojik olarak kanıtladı.
Erinç bu araştırmasını 1949 yılında zamanın en önemli jeoloji
dergilerinden Geologische Rundschau’da yayımladı ve uluslar arası alanda ismi ilk olarak bu çalışmayla duyuldu.
Sırrı
Erinç'in 1940'lı yıllarda çektiği fotoğraflar, onun keşiflerini
belgelemenin ötesinde, olasılıkla o coğrafyanın ilk fotoğraflarıydı.
Cilo Dağı'nın 4135 metrelik en yüksek doruğunu ve geri çekilen buzulu
gösteren bu iki fotoğrafı 1948'de çekmiş.
Bu başarıyı,
burada alt alta okumakta sıkılacağınız kadar çok çalışması takip etti.
1945 ve 1948 arasında Van Gölü ve Sapanca’da gerçekleştirdiği limnolojik
( gölbilimsel) araştırmalar, Türkiye’nin ilk göl batimetri (eşderinlik)
haritalarını ve ilk termal göl çalışmalarını ortaya çıkardı. 1954
yılında Karadeniz çevresinin Dördüncü Zaman’daki jeolojik evrimini konu alan ünlü makalesini yayımladı. Amerikalı jeolog Richard Foster Flint,
Dördüncü Zaman konusunda 1970’li yılların sonuna kadar en geçerli
başvuru kaynağı olarak kabul edilen kitabında, Hoca’nın makalesinden
yararlandı ve bu makaleyi mutlaka okunması gereken eserler listesinde
verdi. Ege Rift Alanı’nın detaylı ilk tektonik sentezini 1955’te yaptı.
1961’de İhsan Ketin tarafından bulunan ve artık hayatımızın belirli bir
parçası olan Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın yaşını belirledi. 1970’de eski
Yunan coğrafyacı Strabon’dan beri bilinen Kula volkanik alanının
haritasını çıkarıp, jeolojik ve morfolojik gelişme süreçlerini
belgeledi. Anadolu’daki karstik alanların C.A.Alagöz’ün 1944 tarihli ilk
yayınından sonra detaylı ilk sentezinin yaptı, Konya Ovası ve İç
Toroslar’da traverten konileri gibi yeni karst şekillerini tanıttı. Pek
çok depremden sonra, fayları haritaladı ve yorumladı.
Fotoğrafçılık
Erinç için ayrı bir tutkuydu. 1960 yılında Konya Karapınar'ın,
kumulların genişlemesi nedeniyle çölleştiğini, emektar Voigtlander'ıyla
çektiği fotoğraflarla duyurdu.
Amerikalı ünlü tektonikçi John Dewey,
Türkiye neotektoniği konusunda yapacağı çalışmalar için 1979 yılında
Sırrı Erinç’ten yardım ister. Sırrı Hoca, Dewey’i Yalova kıyılarında
kendi buluşu olan ve 1980’li yıllarda dünyada önemli çalışmalara ışık
tutacak taraçalara götürür. Celal Şengör’ün aktardığına göre Dewey o ana
kadar sadece coğrafyacı olduğunun bildiği Erinç’in bilgisine hayran
olur ve o ana kadar gördüğü en iyi arazi jeologlarından biri olduğunu
söyler. İklimbilimci Nüzhet Dalfes yıllar sonra İstanbul Teknik
Üniversitesindeki bir sohbette, Dewey’in bu teşhisini duyduğunda verdiği
karşılık şudur:” Valla jeoloji bilgisini değerlendirmeye benim gücüm
yetmez ama dünya iklim sistemleri hakkında ne söylerseniz söyleyin
anlayan ve üzerine bir şeyler ilave edebilen tanıdığım Türkiye’deki tek
insan Sırrı Bey’dir.” Mehmet Karaca’da Dalfes’in sözlerini doğruluyor: “
Klimatolojinin tüm alt dallarına dalmış başka bir bilim adamımımz yok.”
Türkiye’nin önde gelen iki iklimbilimcisinin bunu söylemesi oldukça
çarpıcı. Sırrı Erinç, coğrafyanın bir alt disiplini olarak uğraştığı
klimatolojiyi, Türkiye’de yerleştirmiş ve 40 yıl sonrasında bile
aşılması zor bir çerçeve oluşturmuş. Bugün Sırrı Erinç’in kendi adıyla
anılan bir indis’i var. 1965 yılında ortaya koyduğu bu indis, yağış
etkinliğini belirleyen ve yalnız klimatolojide değil, jeomorfoloji de
dahil olmak üzere birçok alanda uygulanabilen bu formül, o güne kadar
kullanılan kuraklık indisi formüllerinin en pratiği.
Tüm bu
araştırmalar, Türkiye’nin Sırrı Erinç sayesinde jeomorfoloji ve
klimatoloji disiplinlerinde sesini duyurabildiği çalışmaların sadece bir
bölümünü içeriyor. Sırrı Hoca, elde ettiği başarıdan sonra
araştırmalarını yurtdışında yayımlatma ( ve bu sayede gelir de elde
etme) şansına sahip olduğu halde, ses getirecek çalışmalarını ilk kez
İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi ve bu derginin
İngilizce baskısı Review’da yayımlıyordu. Hoca pek çok önemli keşfinin
bu dergide dünyaya duyurdu. Çalıştığı üniversitenin prestiji kadar, bu
yayınların değiş tokuş edilerek enstitünün ulaşma şansı bulamadığı
yabancı yayınlara ulaşmasını da düşünüyordu. Erinç, kuruluşundan
itibaren bu iki derginin de yayın kurulunda görev aldı ve bilimsel
seviyenin uluslararası düzeyde olması için çabaladı.
Kaçkarlar'da
buzullaşmanın etkilerini incelediği çalışması, Sırrı Erinç'in
uluslararası alanda ismini duyuran ilk araştırmasıydı.
Uzun
yıllar boyunca ve hiç ara vermeden yayın çıkaran Sırrı Erinç’in bir
başka çarpıcı yönü de eserlerinin -doldurduğu boşluğa bakıldığında-
oldukça kısa sürelerde kaleme alınmış olması. (Yazma konusundaki
çabukluğunun yakın arkadaşı İhsan Ketin’i ble kıskandırdığı söylenir.)
Yer bilimleriyle ilgili Türkçe ve güncel yayınlara duyulan ihtiyacı
karşılama arzusuyla olsa gerek Sırrı Hoca, yeni ürettiği ya da derleyip
belli bir metadolojiyle bir araya getirdiği bilgileri bir anca
yayımlamaya özen gösteriyor. İlk kez 1958’de yayımlanan iki ciltlik
Jeomorfoloji kitaplarının ikinci baskısının önsözünde, Erinç’in bu
özelliğini kendi ağzından duymak mümkün: “ Kitap, her bakımdan baskıya
hazır olarak Haziran 1967 sonunda teslim edilmiş olmasına rağmen işler
her nedense ağır yürüdü” diyor Erinç. Kitabın basıldığı Ocak 1968’e
kadar belli ki Hoca’nın gözüne uyku girmemiş.
Hoca, 1962 yılında Bostancı'daki okul gezisinde öğrencilerine bilgi veriyor.
Sadece
Jeomorfoloji I ve II değil, Sırrı Erinç’in yazdığı birçok kitap,
Türkiye’de konularında birer başyapıt olarak kabul ediliyor. Sırrı Hoca
1957’de başkanı olduğu Fiziki Coğrafya Kürsüsü’nde ya da başka
üniversitelerde, genellikle ilk defa uygulamasını yaptığı ve bir ders
haline gelmesini sağladığı konuların yine aynı çabuklukla kitabını
yazıyor. Klimatoloji ve Metodları, Vejetasyon Coğrafyası, Ortam
Ekolojisi ve Degredasyonu, Ekosistem Değişiklikleri, Doğu Anadolu
Coğrafyası gibi kitapları defalarca basılıyor. Yücel Yılmaz, Hoca’nın
vefatından birkaç gün öncesinde, 1953’te yayımlanan Doğu Anadolu
Coğrafyası’nı okuyup, bölgedeki yeni çalışmalarında faydalanmak üzere
notlar alıyormuş. Yücel Yılmaz, Türkiye’nin önemli jeologlarından. Ancak
sismologdan, jeomorfoloğa, iklimbilimciden, botanikçiye ve hatta
arkeologa uluslararası başarıya imza atmış pek çok bilim adamımız Sırrı
Erinç’İn kitaplarını ellerinin altından eksik etmediklerini söylediler.
1967
yılında İhsan Ketin tarafından çekilen bu fotoğrafta Sırrı Erinç, Bedia
Ketin ve Vahide Erinç, Hoca'nın 1956 model Volswagen'in önünde.
Türkiye'nin iki duayen yerbilimcisi, dostluklarını ailelerine de
taşımıştı.
Yer bilimleriyle ilgili olalım ya da olmayalım,
onun mirasından hepimiz faydalandık. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’nde onun döneminde okuyan pek çok öğrenci, Sırrı Erinç’in
derslerine girip dinlediklerini söylüyor. O zamanın arkeoloji öğrencisi,
şimdinin prehistorya profesörü Mehmet Özdoğan: “ Derslerinde sadece
bilime değil, kültürlere dair görüşünüzü etkileyecek bilgiyi verirdi”
diyor. Bu görüşü, 1954 yılından sonra son yıllarında kadar yazmayı
sürdürdüğü ortaöğretim ders kitaplarında da gözlemlenir. – son asistanı
Ahmet Ertek’in söylediğine göre bu kitapları yazmak için pedagoji
kitapları okurmuş-
Sırrı Hoca’nın kitaplarında yetişkin bir
insanı hatta bir meslektaşını doyuracak bilgiyi bulabilirsiniz. Son
görüşmemizde, kitabında İzlanda’da gece yarısı güneşini gösteren
fotoğrafın altına “İzlanda’dan bir görünüş” yazıldığını gösterek, “ Oysa
ben bu fotoğrafı o enlemde güneşin yazın batmadığını göstermek için
koymuştum” demişti. Hoca’nın ilkokul coğrafya kitaplarına bile soktuğu
depremle ilgili uyarıların hükümetlerce hala anlaşılmamış olmasının
nedenini de burada aramak lazım.
Olasılıkla Batı Anadolu'da çekilen bu fotoğraf, Erinç'in İÜ Coğrafya Enstitüsü'nde asistan olduğu yıllara ait.
Ne
yazık ki Sırrı Erinç’i son yıllarında tanıyabildim; Hoca’nın ciddi
sağlık sorunları yaşadığı bir dönemde. Onun insanı yüreklendiren
tebessümü eksik olmaz, gözünüzdeki, kendi gözünüzdeki Sırrı Erinç’i
sarsmamak için sıkıntılarını belli etmezdi. Hoca’nın beni en etkileyen
özelliği, cevabına bir yerde ulaşamadığım, dünyanın en ücra
köşelerindeki coğrafi Türkçe karşılığını en ufak bir tereddüt yaşamdan
vermesiydi. Gözündeki rahatsızlık nedeniyle artık okuyamıyordu ancak
hafızası inanılmaz bir duruluğa sahipti. Vahide Hanım’dan öğrendiğime
göre vefat ettiği gün akşamüstüne kadar da öyleymiş. Geçen eylül ayının
sonundaki ziyaretimde uzun süre konuşmuş, beraber bahçeye çıkmıştık.
Oldukça dinç gözüktüğü o gün, bilmeden son fotoğrafının çekmişim. Daha
sonra bahçeye bile çıkamaz olmuş. Ahmet Ertek’in Hoca’nın vefatının
ardından söylediği şey sanırım onu tanıyanların ortak duygusunu
özetliyor: “ Bir gün onun da gidebileceğini düşünemezdik. Çünkü o Sırrı
Erinç’ti.”
Celal Şengör'ün Sırrı Erinç'in vefatının üzerine yazısı:
http://www.tuba.gov.tr/anasayfa/tr/makale-317-TUBA-Asli-Uyesi-ProfDr-AM-Celal-------------ENGORun-yazisi
Sırrı Erinç'in yayın listesi için:
http://enginsalli.blogcu.com/sirri-erinc/4218560
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder