29 Mayıs 2019 Çarşamba

Eski MTA Tabiat Tarihi Müzesi Belgeselleri

Youtube'da gezinirken karşıma MTA belgesellerinin olduğu ilginç bir kanal çıktı. Bu kanaldaki belgesellerde MTA'nın eski meşhur müdürü / genel direktörü Dr. Sadrettin Alpan döneminde yine MTA'da çalıştığını düşündüğüm Ali Dinçel yönetmenliğinde çekilmiş farklı konularda üç video var.

Videolardan birincisi MTA'nın kırkıncı yılı vesilesiyle çekilmiş, MTA'yı bütün yönleriyle anlatan bu belgeselde 52.13'den sonra MTA Tabiat Tarihi Müzesi anlatılıyor ve müzeden çeşitli görüntüler ve açıklamalar izlenebiliyor. Müzenin o dönemdeki hali, zamanına göre oldukça modern görülüyor. Farklı mineraller, fosiller, hayvan türleri ve evrimle ilgili oluşturulmuş köşeleri ile günümüzdeki modern müzelere benzer bir yerleştirme söz konusu.




Bunun haricinde tamamen müzeyi anlatan 1975 tarihli bir belgesel de kanalda mevcut. Bu kayıdın kalitesi birazcık daha kötü durumda fakat ilk videoya nazaran daha fazla bilgi ve görüntü içeriyor.




Kanaldaki üçüncü video da Atatürk'ün 100. yaş günü nedeniyle yine Ali Dinçel yönetmenliğinde TRT ile ortak bir işbirliği ile yapılmış. Bu videoda Türkiye madencilik ve sanayi tarihi bakımından ilginç bir belge niteliğinde.





18 Mayıs 2019 Cumartesi

Bilim haberciliği konusunda tartışmalı bir örnek: Tanis Fosil Yatağı Vakası



Bilimsel içerik üretimi ve bilim haberciliğinde sıkı ve kapsamlı araştırma ve eleştiri süreçlerinin işlediğini düşünmeye meyilliyiz. Buna karşın günümüzdeki sınırsız paylaşım ve yazım üretimi-akışı içerisinde karşımıza çıkan bilimsel haberlerinin doğruluğuna inanmak istesek de özellikle ana akım medya içerisinde dolaşan bilim haberlerinde çeşitli sorunların olduğunu düşünüyorum. Bunlar benim açımdan : (i) söz konusu bilimsel çalışmanın genelde esas bağlamından koparılması, (ii) konuyla pek ilgili olmayan "tıklanası bir başlık" seçilerek okuyanın içerik vaadiyle dolandırılması ve (iii) bilimsel makale içeriğini aşırı yorumlama gibi çeşitli problem öbekleri olarak şekilleniyor.

Bu gibi durumlar, genel olarak haberin bir "gerçeklik testi" veya bilimsel bir etik sorgulamadan geçmemesinin sonucu olarak toplum bazında yanlış ve gerçekte olmayan sofistike yalancı/hatalı-bilimsel fikirlerin, gerçekler olarak normlaşmasının da öncülüğünü üstleniyor.

Benzer örnekler genel olarak bilim aktarımı, bilim gazeteciliği vb. konularda genel bir etik hassasiyet olmamasından ötürü gerçekleşe de, bilimsel çalışmayı üreten kişilerin bu durumu manipüle edebilme ihtimali de sorunun kronikleşmesine yol açabiliyor ve bilim haberciliğinin sunuş şeklinden itibaren kaynaklanan problemlerle eşit oranda çarpıtılmış bir algı oluşumuna katkı sağlıyor.

Geçen aylarda Amerika’da bilim insanlarının ve habercilerinin aklını karıştıran ve bu konuya örnek olması açısından dikkatimi çeken ilginç bir vaka yaşandı. Söz konusu vaka, 29 Mart 2019'da New Yorker'da Kretase sonundaki kitlesel yokoluş hakkında dünyadaki algıyı değiştirecek yeni bir çalışmanın haber edilmesi ile başladı.


https://www.newyorker.com/magazine/2019/04/08/the-day-the-dinosaurs-died 

Öncelikle  Kretase toplu yok oluşu hakkında wikipedia kaynaklarıyla oluşturulmuş genel bir bilgi vermeye çalışacağım.  

Kretase-Paleosen sınırında (yaklaşık 66 milyon yıl önce), günümüzdeki canlı evrimi ve ekolojisini etkileyen temel süreçlerden biri olarak uçmayan dinozor türleri (kuş türleri) hariç bütün dinozorların ve dünyadaki canlı türlerinin %75'inin yok olduğu "Kretase sonu yokoluşu"  gerçekleşiyor. Uzun yıllardır süren bilimsel araştırmalar sonunda söz konusu yok oluşun en önemli etkeninin dev bir meteorun dünyaya çarparak gezegen üzerindeki yaşamı ani ve hızlı bir şekilde (jeolojik zaman ölçeğinde) yok ettiği hipotezi etrafında bir görüşünün bilim camiası tarafından genel kabul olarak görülmesini sağladı.  

Söz konusu meteor çarpması ile yokoluş hipotezinin en büyük dayanaklarından biri dünyada bu yaştaki kaya gruplarında (66-65 milyon yıl) yer alan ince bir çökel katmanının varlığına dayanmakta. K-T (Kretase-Tersiyer) veya K-P (Kretase-Paleosen) sınırı olarak da bilinen bu yaş grubunda yer alan sedimanter kayalarda yer alan ince bir katman, dünyadaki yer kabuğunda fazla gözlenmeyen, fakat asteroidlerde yüksek oranda gözlenen iridyum elementinin olması gerekenden çok yüksek miktarlarda içeriyor.
 Resimde yer alan çökel kayaların orta kesiminde yer alan beyaz kiltaşı seviyesi dünya yer kabuğunda yer alan iridyum seviyesinden 1000 kat daha fazla iridyum içermekte. Kaynak education wiki 

İridyumca zengin bu katmanın dünya genelinde farklı alanlarda bulunan aynı yaştaki kaya gruplarında izlenebiliyor olması, bu dönemde dev bir meteoritin yer küreye çarpması, sonrasında parçalanması/buharlaşması ve atmosferden dünyadaki farklı alanlara toz bulutu halinde yeniden yağması ile açıklanmakta. Bu meteor çarpması ve akabinde gelen kaotik süreçler K-T toplu yokoluşunun en önemli itici gücü olarak bilim camiasında genel olarak kabul ediliyor. Bunun yanı sıra söz konusu yokoluşun daha önceki dönemlerde devasa ve çok şiddetli volkanik patlamalarla daha önceden tetiklenmiş olduğunu ve meteorun başlı başına bir ana etken olmadığını savunan görüşler de mevcut. Yukarıda bahsettiğim süreçler, aşağıda yer alan videoda kısaca özetleniyor. 

 

Kretase sonu toplu yokoluşunun ana etkeni olduğu düşünülen bu meteorun çarpma alanı olarak kabul edilen Meksika- Chicxulub'daki 180 km çapındaki krater üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar da bu bölgenin dinozorları yokoluşa sürükleyen  olayın gerçekleştiği lokasyon olarak kabul edilmesinde etkili olmuş.

 
 Günümüzde Kretase sonu Chixculub kraterinin lokasyonu (rölyef abartılı olarak çizilmiş) 

Çarpma anında gelişen tsunamilerin ve patlama ile atmosfere fırlayıp tekrar yeryüzüne yağan kaya-meteor parçalarının da toplu yokoluş sırasında etkili bir faktör olarak betimlendiği çalışmalar mevcut. Bu etmenlerinin her biri, Meksika ve Amerika'nın güney kesimlerinde yer alan Kretase-Erken Tersiyer yaşlı kaya oluşumlarında izlenebildiği de kabul edilen görüşler arasında (tekrardan wiki kaynağı).

Bu genel algıya karşın, meteor çarpması ile ani bir şekilde ölmüş dev dinozor iskeletleri ile dolu bir fosil yatağını bulmak gibi iç-gıcıklayacı bir istek bulunsa da, tam olarak Hollywood-vari bu çok net keşife dair bir bilgi -yani dinozorların tam üstüne düşerek ölmelerine sebep olan bir meteor ve oracıkta can vermiş dinozor dolu bir fosil yatağı- insanların fantezilerinde yer aldığı gibi bir şekilde henüz bulunmuş değildi.

Yazının başında bahsettiğim 29 Mart 2019'da New Yorker'da çıkan haber/röportaj ise tam olarak böyle bir K-T ölüm anının bütün detayları ile dünyada ilk defa belgelendiğini duyaran bir başlık ve çeşitli iddaalarla bezenmişti. 

"The Day the Dinasours Died" başlığı ile verilen haberde, genç bir paleontoloğun dünyadaki en belirgin kitlesel yokoluşun (aslında en belirgin olmasa da) neredeyse mükemmel bir şekilde gözlendiği bir alan keşfettiğini bildiriyordu. Yazıda K-T yokoluşunu temsil eden meteor çarpması ile oluşan dev tsunami ile büyük miktarda fosilin "Tanis" ismi verilen fosil yatağında biriktiği ve meteor çarpması ile eş zamanlı olarak bu alanda birikirek fosilleştiklerini duyurmaktaydı. 

Paleontolog DePalma fosil yatağının önünde  

Söz konusu alanda dinozor kemikleri, meteor çarpması ile oluşan akabinde gökyüzünden yağan mikron ölçeğindeki tektitler ve çok farklı miktarda kaotik şekilde depolanmış değişik balık, kabuklu ve bitkilerin yer aldığı bir paleontolojik hazine yatağın ın keşfini müjdeleniyordu. Bunun yanı sıra haberde farklı dinozor tüylerinin de aynı alanda keşfedildiği söyleniyordu. 

Fosil yatağını tanımlayan bu haber, konuyu anlatan makale resmi olarak basılmadan bir kaç gün önce yayınlanmıştı ve çıkacak makale adına daha da büyük bir ilgi yarattı. PNAS (Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America) isimli dergide çıkan makale de ise haberdekilerin aksine sözü edilen önemli bazı bilgilere dair bir emare içermiyordu (Makale açık kaynak ve şu linkten edinmek/indirmek mümkün). Makale içerdiği bilgilere dayanarak cidden Kretase sonu yokoluşuna dair birtakım verileri değişik yöntemlerle sınıyarak sağlıyordu (mikrotektitler, iridium pikleri vb.). Fakat makalede fosil yatağında herhangi bir dinozor bulunduğuna dair bir açıklama yoktu. Ayrıca ne bir dinozor tüyü, ne de alanda bulunan dinozorlara ait jeolojik bir bilgi makalenin herhangi bir yerinde bulunmamaktaydı. 
DePalma kendisine bu durumu açıklaması için yöneltilen soru ve eleştirilere çalışmanın ilerleyen aşamalarında ve yeni basılacak makalelerinde dinozor ve diğer bilgileri yayın için hazırladıklarını belirtiyordu. Buna karşın NewYorker'da çıkan haberlerdeki iddiaların önemli olan kısımlarının makalede bulunmaması, bu bulguların söz konusu alanda cidden var olup olmadığı konusunda bir kuşku yarattı.

Bunun yanı sıra fosil yatağı özel bir mülkiyete aitti ve fosil yatağının çalışma hakkı, burdan çıkan malzemenin kullanım ve dağıtım hakları DePalma tarafından satın alınmıştı. Bu durum şu anda diğer araştırmacıların aynı veri seti ve alanı kullanarak çalışma yapmasının önünde bir engel oluşturuyor ve/veya DePalma grubu önderliğinde yada eşyazarı olmadan bir çalışma yapmalarının önünde belirgin bir engel olarak görülüyor. Bu ilave durum da DePalma ve diğer yazarların makaledeki iddaaları ve gelecekti üretimleri hakkında daha da kuşkulu bir hava yarattı. Bu paragraftaki düşünce ve DePalma ve çalışma grubu ile ilgili iddiaları aşağıda yer alan sitelerdeki çeşitli haberlerden derledim.


https://www.sciencemag.org/news/2019/04/astonishment-skepticism-greet-fossils-claimed-record-dinosaur-killing-asteroid-impact

https://www.livescience.com/65132-cretaceous-death-pit-tanis.html


https://www.macleans.ca/society/science/why-this-stunning-dinosaur-fossil-discovery-has-scientists-stomping-mad/ 


Bilimsel olarak açık bir şekilde paylaşılmayan ve başka kullanıcıların kullanıma açılmayan veri setlerine dayanan çalışmaların "gerçeği" ne kadar temsil ettiği ve ne kadar bilimsel olduğu ciddi bir muamma.

DePalma'nın makalesi ve önermeleri ileride yapılacak çalışmalar ile doğrulanabilir veya yanlışlanabilir (eğer farklı araştırmacıların da çalışmasına izin verirse), fakat Tanis fosil yatağı vakası ciddi bir bilimsel hakem incelemesinden geçmeyen (peer reviewed) ve ciddi bir bilimsel habercilik araştırması yapılmadan kamuoyuna duyurulan bilgilerin ne kadar spekülatif olabileceğini gösteren önemli bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.  Bu durum, bence bilimin topluma aktarılırken hem aktaran hem de aktarıcının şüpheci ve eleştirel bakışı olabildiğince koruması gerektiğini hatırlatan bir vaka olarak da göze çarpıyor. 

Bu bakımdan Türkiye'de belki hergün birkaç (belki 10'larca) yanlış bilimsel haber-yayın-paylaşım yapıldığına şahit olabiliriz. Bu durum Türkiye'de bilim haberciliği adı altında derinlemesine bir uğraş olmamasının yanı sıra, bilim insanlarının maalesef ciddiye alınmak adına "clickbait" batağına düşmesi ya da düşürülmesi veya narsistçe bazı güdülerle "pireyi deve yapmaları" sonucunda  gerçekleşebiliyor. 

Bütün bunlara rağmen yine de bilim haberciliği yapan ya da bilim okur-yazarı olan herkesin yapabileceği şey somut kanıtları talep etmek, yorumlamak ve şüphecilikten hiç bir zaman vazgeçmemek olmalı.


Dr. Gönenç Göçmengil