Youtube'da gezinirken karşıma MTA belgesellerinin olduğu ilginç bir kanal çıktı. Bu kanaldaki belgesellerde MTA'nın eski meşhur müdürü / genel direktörü Dr. Sadrettin Alpan döneminde yine MTA'da çalıştığını düşündüğüm Ali Dinçel yönetmenliğinde çekilmiş farklı konularda üç video var. Videolardan birincisi MTA'nın kırkıncı yılı vesilesiyle çekilmiş, MTA'yı bütün yönleriyle anlatan bu belgeselde 52.13'den sonra MTA Tabiat Tarihi Müzesi anlatılıyor ve müzeden çeşitli görüntüler ve açıklamalar izlenebiliyor. Müzenin o dönemdeki hali, zamanına göre oldukça modern görülüyor. Farklı mineraller, fosiller, hayvan türleri ve evrimle ilgili oluşturulmuş köşeleri ile günümüzdeki modern müzelere benzer bir yerleştirme söz konusu.
Bunun haricinde tamamen müzeyi anlatan 1975 tarihli bir belgesel de kanalda mevcut. Bu kayıdın kalitesi birazcık daha kötü durumda fakat ilk videoya nazaran daha fazla bilgi ve görüntü içeriyor.
Kanaldaki üçüncü video da Atatürk'ün 100. yaş günü nedeniyle yine Ali Dinçel yönetmenliğinde TRT ile ortak bir işbirliği ile yapılmış. Bu videoda Türkiye madencilik ve sanayi tarihi bakımından ilginç bir belge niteliğinde.
Bilimsel içerik
üretimi ve bilim haberciliğinde sıkı ve kapsamlı araştırma
ve eleştiri süreçlerinin işlediğini düşünmeye meyilliyiz.
Buna karşın günümüzdeki sınırsız paylaşım ve yazım üretimi-akışı içerisinde
karşımıza çıkan bilimsel haberlerinin doğruluğuna
inanmak istesek de özellikle ana akım medya içerisinde dolaşan bilim
haberlerinde çeşitli sorunların olduğunu düşünüyorum.
Bunlar benim açımdan : (i) söz konusu bilimsel çalışmanın genelde esas
bağlamından koparılması, (ii) konuyla pek ilgili olmayan
"tıklanası bir başlık" seçilerek okuyanın içerik vaadiyle dolandırılması ve (iii) bilimsel makale içeriğini aşırı
yorumlama gibi çeşitli problem öbekleri olarak şekilleniyor.
Bu gibi durumlar, genel olarak haberin
bir "gerçeklik testi" veya bilimsel bir etik sorgulamadan
geçmemesinin sonucu olarak toplum bazında yanlış ve gerçekte olmayan sofistike
yalancı/hatalı-bilimsel fikirlerin, gerçekler olarak normlaşmasının da
öncülüğünü üstleniyor.
Benzer örnekler genel olarak bilim
aktarımı, bilim gazeteciliği vb. konularda genel bir etik hassasiyet
olmamasından ötürü gerçekleşe de, bilimsel çalışmayı üreten kişilerin bu durumu
manipüle edebilme ihtimali de sorunun kronikleşmesine yol açabiliyor ve bilim
haberciliğinin sunuş şeklinden itibaren kaynaklanan problemlerle eşit oranda
çarpıtılmış bir algı oluşumuna katkı sağlıyor.
Geçen aylarda Amerika’da bilim
insanlarının ve habercilerinin aklını karıştıran ve bu konuya örnek olması
açısından dikkatimi çeken ilginç bir vaka yaşandı. Söz konusu vaka, 29 Mart 2019'da New Yorker'da
Kretase sonundaki kitlesel yokoluş hakkında dünyadaki algıyı değiştirecek yeni
bir çalışmanın haber edilmesi ile başladı.
Öncelikle Kretase toplu yok oluşu
hakkında wikipedia kaynaklarıyla oluşturulmuş genel bir bilgi vermeye çalışacağım.
Kretase-Paleosen sınırında (yaklaşık 66 milyon yıl önce), günümüzdeki canlı evrimi ve ekolojisini etkileyen temel süreçlerden biri olarakuçmayan
dinozor türleri (kuş türleri) hariç bütün dinozorların ve dünyadaki
canlı türlerinin %75'inin yok olduğu "Kretase sonu yokoluşu" gerçekleşiyor. Uzun yıllardır süren bilimsel araştırmalar sonunda
söz konusu yok oluşun en önemli etkeninin dev bir meteorun dünyaya
çarparak gezegen üzerindeki yaşamı ani ve hızlı bir şekilde (jeolojik
zaman ölçeğinde) yok ettiği hipotezi etrafında bir görüşünün bilim camiası tarafından genel kabul olarak görülmesini sağladı.
Söz konusu
meteor çarpması ile yokoluş hipotezinin en büyük dayanaklarından biri dünyada
bu yaştaki kaya gruplarında (66-65 milyon yıl) yer alan ince bir çökel
katmanının varlığına dayanmakta. K-T (Kretase-Tersiyer) veya K-P
(Kretase-Paleosen) sınırı olarak da bilinen bu yaş grubunda yer alan sedimanter
kayalarda yer alan ince bir katman, dünyadaki yer kabuğunda fazla gözlenmeyen,
fakat asteroidlerde yüksek oranda gözlenen iridyum elementinin olması
gerekenden çok yüksek miktarlarda içeriyor.
Resimde yer alan çökel kayaların orta kesiminde yer alan beyaz kiltaşı seviyesi dünya yer kabuğunda yer alan iridyum seviyesinden 1000 kat daha fazla iridyum içermekte. Kaynak education wiki
İridyumca zengin bu katmanın dünya genelinde farklı alanlarda bulunan aynı
yaştaki kaya gruplarında izlenebiliyor olması, bu dönemde dev bir meteoritin
yer küreye çarpması, sonrasında parçalanması/buharlaşması ve atmosferden dünyadaki
farklı alanlara toz bulutu halinde yeniden yağması ile açıklanmakta. Bu meteor
çarpması ve akabinde gelen kaotik süreçler K-T toplu yokoluşunun en önemli
itici gücü olarak bilim camiasında genel olarak kabul ediliyor. Bunun yanı sıra
söz konusu yokoluşun daha önceki dönemlerde devasa ve çok şiddetli volkanik
patlamalarla daha önceden tetiklenmiş olduğunu ve meteorun başlı başına bir ana
etken olmadığını savunan görüşler de mevcut. Yukarıda bahsettiğim süreçler,
aşağıda yer alan videoda kısaca özetleniyor.
Kretase
sonu toplu yokoluşunun ana etkeni olduğu düşünülen bu meteorun çarpma
alanı olarak kabul edilen Meksika- Chicxulub'daki 180 km çapındaki
krater üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar da bu bölgenin dinozorları yokoluşa sürükleyen olayın gerçekleştiği lokasyon olarak kabul edilmesinde etkili olmuş.
Günümüzde Kretase sonu Chixculub kraterinin lokasyonu (rölyef abartılı olarak çizilmiş)
Çarpma
anında gelişen tsunamilerin ve patlama ile atmosfere fırlayıp tekrar
yeryüzüne yağan kaya-meteor parçalarının da toplu yokoluş sırasında
etkili bir faktör olarak betimlendiği çalışmalar mevcut. Bu etmenlerinin
her biri, Meksika ve Amerika'nın güney kesimlerinde yer alan
Kretase-Erken Tersiyer yaşlı kaya oluşumlarında izlenebildiği de kabul edilen görüşler arasında (tekrardan wiki kaynağı).
Bu genel algıya karşın, meteor
çarpması ile ani bir şekilde ölmüş dev dinozor iskeletleri ile dolu bir fosil
yatağını bulmak gibi iç-gıcıklayacı bir istek bulunsa da, tam olarak
Hollywood-vari bu çok net keşife dair bir bilgi -yani dinozorların tam üstüne
düşerek ölmelerine sebep olan bir meteor ve oracıkta can vermiş dinozor dolu
bir fosil yatağı- insanların fantezilerinde yer aldığı gibi bir şekilde henüz
bulunmuş değildi.
Yazının başında bahsettiğim 29 Mart
2019'da New Yorker'da çıkan haber/röportaj ise tam olarak böyle
bir K-T ölüm anının bütün detayları ile dünyada ilk defa belgelendiğini duyaran
bir başlık ve çeşitli iddaalarla bezenmişti.
"The Day the Dinasours Died" başlığı ile
verilen haberde, genç bir paleontoloğun dünyadaki en belirgin kitlesel yokoluşun
(aslında en belirgin olmasa da) neredeyse mükemmel bir şekilde gözlendiği bir
alan keşfettiğini bildiriyordu. Yazıda K-T yokoluşunu temsil eden meteor
çarpması ile oluşan dev tsunami ile büyük miktarda fosilin "Tanis"
ismi verilen fosil yatağında biriktiği ve meteor çarpması ile eş zamanlı olarak bu
alanda birikirek fosilleştiklerini duyurmaktaydı.
Paleontolog DePalma fosil yatağının önünde
Söz konusu alanda dinozor kemikleri,
meteor çarpması ile oluşan akabinde gökyüzünden yağan mikron ölçeğindeki tektitler ve
çok farklı miktarda kaotik şekilde depolanmış değişik balık, kabuklu ve
bitkilerin yer aldığı bir paleontolojik hazine yatağın ın keşfini müjdeleniyordu. Bunun yanı sıra haberde farklı dinozor tüylerinin de aynı alanda
keşfedildiği söyleniyordu.
Fosil yatağını tanımlayan bu haber,
konuyu anlatan makale resmi olarak basılmadan bir kaç gün önce yayınlanmıştı ve
çıkacak makale adına daha da büyük bir ilgi yarattı. PNAS (Proceedings of the
National Academy of Sciences of the United States of America) isimli dergide
çıkan makale de ise haberdekilerin aksine sözü edilen önemli bazı bilgilere
dair bir emare içermiyordu (Makale açık kaynak ve şu linkten edinmek/indirmek mümkün). Makale
içerdiği bilgilere dayanarak cidden Kretase sonu yokoluşuna dair birtakım
verileri değişik yöntemlerle sınıyarak sağlıyordu (mikrotektitler, iridium
pikleri vb.). Fakat makalede fosil yatağında herhangi bir dinozor bulunduğuna
dair bir açıklama yoktu. Ayrıca ne bir dinozor tüyü, ne de alanda bulunan
dinozorlara ait jeolojik bir bilgi makalenin herhangi bir yerinde
bulunmamaktaydı. DePalma kendisine bu durumu açıklaması için
yöneltilen soru ve eleştirilere çalışmanın ilerleyen aşamalarında ve yeni
basılacak makalelerinde dinozor ve diğer bilgileri yayın için hazırladıklarını
belirtiyordu. Buna karşın NewYorker'da çıkan haberlerdeki iddiaların önemli
olan kısımlarının makalede bulunmaması, bu bulguların söz konusu alanda cidden
var olup olmadığı konusunda bir kuşku yarattı.
Bunun yanı sıra fosil yatağı özel bir mülkiyete aitti ve fosil yatağının
çalışma hakkı, burdan çıkan malzemenin kullanım ve dağıtım hakları DePalma
tarafından satın alınmıştı. Bu durum şu anda diğer araştırmacıların aynı veri
seti ve alanı kullanarak çalışma yapmasının önünde bir engel oluşturuyor
ve/veya DePalma grubu önderliğinde yada eşyazarı olmadan bir çalışma
yapmalarının önünde belirgin bir engel olarak görülüyor. Bu ilave durum da
DePalma ve diğer yazarların makaledeki iddaaları ve gelecekti üretimleri
hakkında daha da kuşkulu bir hava yarattı. Bu paragraftaki düşünce ve DePalma
ve çalışma grubu ile ilgili iddiaları aşağıda yer alan sitelerdeki çeşitli
haberlerden derledim.
Bilimsel olarak açık bir şekilde
paylaşılmayan ve başka kullanıcıların kullanıma açılmayan veri setlerine
dayanan çalışmaların "gerçeği" ne kadar temsil ettiği ve ne kadar bilimsel
olduğu ciddi bir muamma.
DePalma'nın makalesi ve önermeleri ileride
yapılacak çalışmalar ile doğrulanabilir veya yanlışlanabilir (eğer farklı
araştırmacıların da çalışmasına izin verirse), fakat Tanis fosil yatağı vakası
ciddi bir bilimsel hakem incelemesinden geçmeyen (peer reviewed) ve ciddi
bir bilimsel habercilik araştırması yapılmadan kamuoyuna duyurulan bilgilerin
ne kadar spekülatif olabileceğini gösteren önemli bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum, bence bilimin topluma aktarılırken hem aktaran hem de
aktarıcının şüpheci ve eleştirel bakışı olabildiğince koruması gerektiğini
hatırlatan bir vaka olarak da göze çarpıyor.
Bu bakımdan Türkiye'de belki hergün
birkaç (belki 10'larca) yanlış bilimsel haber-yayın-paylaşım yapıldığına şahit
olabiliriz. Bu durum Türkiye'de bilim haberciliği adı altında derinlemesine bir
uğraş olmamasının yanı sıra, bilim insanlarının maalesef ciddiye alınmak adına
"clickbait" batağına düşmesi ya da düşürülmesi veya narsistçe bazı güdülerle "pireyi deve yapmaları" sonucunda gerçekleşebiliyor.
Bütün bunlara rağmen yine de bilim
haberciliği yapan ya da bilim okur-yazarı olan herkesin yapabileceği şey somut
kanıtları talep etmek, yorumlamak ve şüphecilikten hiç bir zaman vazgeçmemek
olmalı.