Yıllar önce bu yazının da kaybolabileceğini düşünerek bu yazıyı Bilim Teknik sitesinden kendi eski bloğuma aktarmıştım, yıllar sonra bakınca sitedeki linkin maalesef aktif olmadığını gördüm ve iyi ki başka bir yere aktarmışım diye düşünüyorum. 17 Ağustos 1999'ün yıldönümünde yine Celal Şengör'ün yazdığı KAF 'ın keşfine doğru giden süreçteki çalışmaların kısa bir derlemesi aşağıda. Genel olarak KAF'ı anlamak için uzun yıllar çalışan farklı araştırmacıların fikirlerini de aktaran yazı düşüncenin gelişimini anlamak için de önemli.
---------------------------------------------------
2016'dan üst not:
Kuzey Anadolu fayı hakkında google'lama yaparken, Bilim Teknik
Dergisi'nin 1996 Ocak sayısında sevgili Celal Şengör'ün güzel bir
yazısını buldum, direkt linki burada : (http://www.biltek.tubitak.gov.tr/sandik/deprem/kaf.html#1) bunun yanı sıra yazıyı buraya da ekliyorum.
---------------------------------------------------
Hesapta
Olmayan Önsöz!
Bu
yazı, 15 Aralık 1995 Cuma günü bitirildi ve TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi
yetkililerine ulaştırıldı. Kuzey Anadolu Deprem Hattının büyük, doğrultulu
atımlı bir fay olduğunu ve Anadolu'nun büyük bir kısmının, bu fay boyunca,
Karadeniz sahil dağlarına nazaran batıya kaydığını keşfeden, Cumhuriyet
tarihimizin yetiştirdiği kuşkusuz en büyük doğa bilimcilerimizden İhsan
Ketin, 16 Aralık 1995 Cumartesi günü, sabaha karşı saat 02:00'de İstanbul'daki
evinde vefat etti. Bu da, yazı içerisinde yer alan "KAF'ın İhsan Ketin
tarafından keşfedildiği konusunda bilimsel literatürde herhangi bir belirsizlik
olmadığı halde, bu keşfin ayrıntılı geçmişinin, doyurucu bir belgeleme
ışığında henüz yazılmadığı da bir gerçektir. Bu kısa yazının amacı, böyle
bir tarihe temel olabilecek KAN ve KAF kavramları arasındaki farkı ve bunların
dayandığı belgeleri Türk kamuoyuna duyurmak ve ülkemizde yalnız can ve
mal kaybına neden olmakla kalmayıp, Türk yerbilimleri camiasının dış dünya
ile de sürekli temasta kalmasının en önemli nedenlerinden biri olan KAF'ın
keşfinin tarihçesinin yazılmasına, hele onu keşfeden İhsan Ketin, depremselliğinin
en önemli özelliğini ilk farkedenlerden Necdet Egeran, fayın tarihlemesini
yapanlardan Sırrı Erinç ve M. Şakir Abüsselâmoğlu, ilk ciddi atım tahmini
yapan İhsan Ketin'in doktora öğrencisi İhsan Seymen, KAF ile çeşitli nedenlerle
ilgilenerek yurdumuza gelip çalışmalar yapmış Nazario Pavoni, Clarence
Allen, Dan McKenzie gibi, aralarında yaşı sekseni aşmış olanlar da bulunan
yerbilimciler henüz hayatta iken önayak olmaktır" çağrısının adeta acı
bir kehanete dönüşmesine neden oldu. Bu yüzden, yazı hiç değiştirilmeksizin,
ilk bitirildiği halinde bırakılmıştır... İhsan Ketin artık yok! Türkiye'nin
bilim dünyası, bu yokluğa alışmakta kuşkusuz çok zorlanacaktır. Tek tesellimiz,
onun geride bıraktığı eserlerine ve öğretilerine sahip çıkabilme, onlardan
yararlanabilme şansıdır. Bu eser ve öğretiler geliştikçe, İhsan Ketin bizlerle
yaşamaya devam edecektir. Onun bizlere benimsetmeye çalıştığı çok önemli
bir öğreti var: Bilimi, bilim eğitimini ve bilimsel eğitimi ciddiye almak.Goethe'nin
dediği gibi "bilimin tarihi, bilimin kendisi" olduğuna göre, şimdi yapılacak
işlerden biri, artık yalnızca Kuzey Anadolu Fayı'nın keşfinin değil; ülkemizde
tarihi çok eskilere uzanmadığı halde, İhsan Ketin gibi uluslararası bir
bilim önderi çıkarabilmiş olan Türkiye yerbilimlerinin tarihini yazmak,
bu görkemli başarı ile birlikte başarısızlıklarımızı da büyüteç altında
incelemektir. Bu çalışma birçok şekilde yapılabilir. Geçmişin derslerini
gelecek nesillere öğretmek, geleceğin şekillenmesine katkıda bulunmak,
İhsan Ketin'in arkada bıraktığı bizlerin hiç kuşkusuz önemli bir ödevidir.
Meslek yaşamı, âdeta, Türkiye'de yerbilimlerinin gelişim tarihi ile özdeşleşmiş
olan Ketin'den geriye, yetiştirebildiği kadarıyla anıları da kalmıştır.
Umudumuz, TÜBİTAK tarafından olası en kısa zamanda baskıya hazırlanıp yayımlanacak
bu anıların, ülkemizde yerbilimleri tarihinin yazılmasında ilk adımı oluşturması;
başta herkesin, elinde bulunan her türlü belgeyi saklamasıdır. Bunlar,
TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler Akademisi'nin, en kısa zamanda ortaklaşa kuracakları
bir "Yerbilimleri Tarihçesi Komisyonu"na gerek oldukça devredilebilir,
kopyaları verilebilir ve böylelikle bir "Türkiye Yerbilimleri Tarihçesi
Arşivi" oluşturulabilir...
Kuzey
Anadolu Fayı'nın 1948 yılında İhsan Ketin tarafından keşfi, Atatürk'ün
bilim ve eğitim seferberliğinin en somut ürünlerinden biridir. Bu keşfin
bilim tarihi içerisindeki yerini anlayabilmek için, sık sık onunla karıştırılan
Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı'nın keşfinin tarihçesinin bilinmesi,
başka bir deyişle, Kuzey Anadolu'da uzun mesafelerde birbiriyle çakışan
iki yapının birbirinden ayrılması gerekir.
Kuzey Anadolu Fayı (KAF), doğuda Bingöl
ilimizin sınırları içindeki Karlıova çöküntüsünün kuzeyinden başlayıp,
batıda Bolu şehir merkezi civarında çatallanır ve önce iki, Geyve’nin batısında
da üç ana kol boyunca Ege Denizi’nin kuzeyine kadar uzanır. Yaklaşık 1
500 km. uzunluğundaki genç (oluşum tarihi: geç Miyosen-Pliyosen, yani yaklaşık
11-5 milyon yıl önce) KAF, oluşturduğu dar ve uzun yer şekilleriyle topoğrafyada
belirgin ve sık aralıklarla pek çok insanın hayatına mâl olan depremlerinden
de gördüğümüz gibi, hâlâ faal, sağ yanal doğrultu atımlı bir faydır. Bu
fay, Erzincan-Mürefte (Tekirdağ) arasında Istranca, Bolu, Ilgaz, İsfendiyar
ve Doğu Karadeniz sıradağlarının temsil ettiği: İkinci Zaman (Mesozoik
sonları: yaklaşık 100-65 milyon yıl öncesi) sonlarında bugünkü Japon Adaları’na
benzeyen bir ada yayı olduğu sanılan Rodop-Pontid yapısal birliğinin güncel
güney sınırını uzun bir hat boyunca izler. Bolu’nun batısında- güney kol
bu sınırdan ayrılır ve Sakarya Zonu adı verilen bir diğer birlik içerisinde
devam ederek Ege Denizi’ne ulaşır. Dolayısıyla KAF, büyük mesafelerde bugün
Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı denilen ve yine Mürefte’den Erzincan’a,
oradan da Zagros Dağları’na kadar gelen bir kıta-kıta çarpışma hattıyla
büyük mesafeler boyunca koşutluk çakışır. Bu eski çarpışma hattı (teknik
terimle kenet kuşağı veya sütur zonu), özellikle İkinci Zaman süresince
batıda Pireneler ve Alpler’den, doğuda Himalayalar’a kadar uzanan büyük
bir okyanusun (teknik adıyla Neo-Tetis [yani Yeni Tetis] Okyanusu’nun)
kalıntılarını ve kapandığı yeri temsil eder.
KAF’ın
Keşfinin Tarihçesi İncelenirken Karşılaşılan Temel Sorun
KAF’ın
keşfinin tarihini doğru olarak saptayabilmek için, sık sık onunla karıştırılan
kenet kuşağının keşfinin tarihçesinin bilinmesi gereklidir. Öncelikle,
Kuzey Anadolu’da uzun mesafelerde birbiriyle çakışan iki yapı ayırt edilmelidir.
KAF’ın, İhsan Ketin’in 1948 yılında yayımlanan klasik makalesinden önce
de bilindiği tezinin savunulduğuna ve KAF ile bir diğer yapının birbirleriyle
karıştırıldığına nadiren de olsa, tanık olunuyor. Söz konusu diğer yapı,
Yani Kuzey Anadolu Nedbesi (KAN; veya Beresi: KAB), 1928 yılında Nowack
tarafından keşfedilmiş, 1937 yılında da ilk kez Salomon-Calvi tarafından,
Wegener’in kıtaların kayması teorisi çerçevesinde bir kıta-kıta çarpışma
kuşağı olarak baştan yorumlanmıştır ve aslında Kuzey Anadolu’daki Neo-Tetis
Kenet Kuşağı’nı temsil eder.
KAF’ın İhsan Ketin tarafından keşfedildiği
konusunda bilimsel literatürde herhangi bir belirsizlik olmadığı halde,
bu keşfin ayrıntılı geçmeşinin, doyurucu bir belgeleme ışğında henüz yazılmadığı
da bir gerçektir. Bu kısa yazının amacı, böyle bir tarihe temel olabilecek
KAN ve KAF kavramları arasındaki farkı ve bunların dayandığı belgeleri
Türk kamuoyuna duyurmak ve ülkemizde yalnız can ve mal kaybına neden olmakla
kalmayıp, Türk yerbilimleri camiasının dış dünya ile de sürekli temasta
kalmasının en önemli nedenlerinden biri olan KAF’ın keşfinin tarihçesinin
yazılmasına, hele olu keşfeden İhsan Ketin, depremselliğinin en önemli
özelliğini ilk farkedenlerden Necdet Egeran, fayın tarihlemesini yapanlardan
Sırrı Erinç ve M. Şakir Abüsselâmoğlu, ilk ciddi atım tahminini yapan İhsan
Ketin’in doktora öğrencisi İhsan Seymen, KAF ile çeşitli nedenlerle ilgilenerek
yurdumuza gelip çalışmalar yapmış Nazario Pavoni, Clarence Allen, Dan McKenzie
gibi, aralarında yaşı sekseni aşmış olanlar da bulunan jeologlar henüz
hayatta iken önayak olmaktır.
Kuzey
Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı’nın Keşfinin Tarihçesi
Kober’in
Dağoluş Teorisi ve Nedbe Kavramı: Kuzey Anadolu’da bir kenet kuşağının
varlığını bilebilmek, herşeyden önce, kıtaların dünya yüzeyinde yatay devinim
yaptıklarını kabul etmeyi gerektirir. Bu teori, ciddi olarak ilk kez 1910
yılında, ABD’li glasiyolog (buzulbilimci) Frank Bursley Taylor; 1912 yılında
da Alman meteorolog ve jeofizikçi Alfred Lothar Wegener tarafından ortaya
atılmıştır. Bundan önce, Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkeyi doğudan
batıya kateden büyük dağ silsileleri gibi dağ kuşaklarının, jeosenklinal
(=yer teknesi) denilen ince uzun, tekne şekilli denizel havzalardan türediği
sanılırdı. Bu varsayımsal ince uzun havzaların, iki kıta arasında, yerkürenin
ısı kaybı sonucu kuruyan bir elma gibi büzülerek sıkıştığı ve içlerindeki
tortul kayaçların buruşup kıvrılarak, havzayı iki yandan daraltan kıtaların
kenarları üzerine yığıldığına inanılırdı (Şekil 1).
Şekil 1.A.
Kober’in tasavvuruna göre henüz kıvrımlanmamış, yani dağ oluşumu (=orojenez)
geçirmemiş bir jeosenklinali (=yer teknesi) gösteren enine kesit. B.
Aynı jeosenklinal yanal daralma sonucu kıvrımlandıktan sonra oluşan dağ
kuşağından enine kesit. Nedbe, kıvrımlanmışdağ kuşağının birbirinden uzağa
devrilmiş iki kanadını ayırmaktadır. C. Ara masifli bir dağ kuşağından
enine kesit. Bu tiplerde nedbenin adeta genişleyerek bir ara masif (=Zwichengebirge)
oluşturduğu düşünülür. Ara masifle kanat arasındaki çizgiye de nedbe denir.
Kuzey Anadolu Nedbesi’nin bu ikinci tip nedbelerden olduğu düşünülürdü.
Jeosenklinali
sınırlayan iki kıtaya doğru itilmiş bu kayaç paketlerini, Avusturyalı ünlü
jeolog Leopold Kober’in lik kez 1914 yılında ortaya attığı gibi, ya bir
ara masifin (Eduard Suess’ten alınan Almanca bir ifade ile Zwischengebirge)
ya da bir nedbenin (Almanca: Narbe veya “doruk hattı”; Scheitelungslinie)
ayırdığı zannedilirdi. Bu nedbe, Fransızca literatürde ‘cicatrice’ olarak
bilinir. Narbe (=yara izi) ve cicatrice (=yara veya dikiş izi) sözcükleri,
dikkat edilirse, birbirinden bir zamanlar ayrı bulunan iki yapının birleştiği
çizgi anlamındadırlar. Daha açık bir ifadeyle, nedbe, jeosenklinalin ısıl
büzülmenin doğurduğu sıkışma sonucu daralmasıyla meydana gelen dağ kuşaklarının
iki kanadını birleştiren çizgiyi betimler.
Ernst
Nowack ve Paflagonya Nedbesi: Bu nedbenin Türkiye’de görüldüğü konusunda
yine Kober tarafından, 1914 yılında yapılmış olan ilk yayın tamamen kuramsaldır
(Şekil 2).
Şekil 2. Leopold
Kober’in 20. yüzyılın ilk yarısındaki tektonik görüşlere egemen olmuş “çift
kanatlı” Alp dağ sistemi tasavvuru. Zwichengebirge ara masifleri (mor),
pembe renkli alan kuzeye devrik Alpid (=Alp Dağları’na ilişkin) kanadını,
mavi renkli alan da güneye devrik Dinarid (=Dinar Dağları’na ilişkin) kanadını
göstermektedir. Kanatların kenarlarındaki küçük oklar dağ kuşağı içindeki
kayaçların dağ kuşağını sınırlayan kıtalara göre hareket yönlerini işaret
etmektedir. Benim eklediğim N harfi, Kober’in 1914 yılında ara masifi de
sınırlayan nedbenin Kuzey Türkiye’de nereden geçtiğini düşündüğünü göstermektedir.
Yine benim eklediğim KAF- Kober’in şemasına göre bu yapının bağımsız konumunu
vurgulamaktadır. Kober, daha sonra, 1921 tarihli ders kitabının 26. şeklinde
bu sınırı daha güneye, Marmara Denizi’nin güney sahillerine çekmiştir.
Bu yayından çok daha yaygın olarak
bilinen, Kober’in, 1921 yılında yayımlanmış ve 1928’de ikinci baskısını
yapmış olan ünlü Der Bau der Erde (Arzın Yapısı) adlı tektonik ders
kitabındaki Şekil 26, bütün yerbilimleri çevrelerini etkilemiştir. Bu etkinin
izleri, Türkiye konulu bölgesel literatürdeki ilk yankısını, 1926-1927
yıllarında T.C. Ticaret Vekâleti’nde demir-çelik sanayii yerbilim uzmanı
olan Avusturyalı jeolog Ernst Nowack’ın (Şekil 3)
Ankara’dan hareketle Türkiye’nin kuzeybatı bölgelerinde yapmış olduğu jeolojik
ve coğrafi araştırma gezilerinin raporlarında bulmuştur.
Şekil 3.
Kuzey Anadolu Nedbesi’ni ilk keşfeden Avusturyalı jeolog Ernst Nowack (1891-1946)
Bunların, hiç
şüphesiz en önemlisi ve literatürde en çok ilgi görmüş olanı, 1928’de,
Alman Jeoloji Cemiyeti (Deutsche Geologische Gesellschaft) dergisinde
ve 1932’de Centralblatt’da yayımlanmış raporlardır. Nowack, kabaca,
Ereğli-Sinop Beypazarı-Ankara dörtgeni içinde kalan alanlardaki yapısal
jeoloji ve stratigrafik gözlemlerine dayanarak, Çerkeş-Devrez Çayı boyunca
uzanan bir ezilme hattı keşfetmiş (Şekil 4); bunu
Wilser ve Eduard Suess’ün daha önceki yayınlarında tanımlanmış olan Pontik
(Türkiye sınırları içindeki Karadeniz) silsileleri ile Dinarik (Türkiye
sınırları içindeki Toroslar ve Orta Anadolu) silsileleri arasındaki ayrım
hattı olarak tanımlamıştır (Şekil 5) .
Şekil 4. Ernst
Nowack’ın ilk Paflagonya Nedbesi haritası (1928’de yayımlanmış olan “Die
wictigsten Ergebnisse meiner anatolicshen Reisen” [Anadolu gezilerinin
en önemli sonuçları] adlı makalesinin 1. şeklinden). Orijinal şeklinde
Almanca metinlerin Türkçeleştirilmesi dışında hiçbir değişiklik yapılmamıştır.
Şekil 5.
Ernst Nowack’ın geliştirdiği Paflagonya Nedbesi fikrine temel oluşturan
Eduard Suess’ün daha önceki Alpid ve Dinarid kavramlarından Rudolf Staub
ve Wilser gib ijeologların geliştirdikleri Pontik (siyah) ve Dinarik (düşey
çizgili) silsileler kavramları. Bunlar, aynı zamanda kabaca, Kober’in Alpid
ve Dinaridleri’ne karşılık gelmektedir (Şekil 2).
Nowack, Paflagonya Nedbesi’nin bu iki silsilenin sınırına karşılık geldiğini
düşünmüş. Salomon-Calvi de Wegener, Argand ve Staub’u izleyerek, bu nedbenin
Lavrasya adı verilen kuzey kıtalar topluluuğ ile Gondwana kıtası adı verilen
güney kıtası boyunca çarpıştığı sinafiye tekabül ettiğini farzetmiştir.
(Staub’un 40. notta verilen eserinin 5. levhasından kısmen alıntıdır).
Bu
hat üzerinde sıcak su kaynaklarının bulunduğuna da dikkat çeken Nowack,
bu çizginin, tüm Kuzey Anadolu’da dağ silsilesini batıdan doğuya kesen
devasa bir hat olduğunu belirtmiş ve vatandaşı Kober’in terimini kullanarak,
bu çizgiye Paphlagonische Narbe (Paflagonya Nedbesi) adını vermiştir.
Dinarik ve Pontik sistemlerini ayırdığı varsayılan bu nedbe, Nowack’a göre,
Kober’in narbesinin görevini görmektedir.
Nowack,
1932 yılındaki yayınında, daha kuzeyde Ereğli-İnebolu hattı arasında benzer
bir diğer hat bulunduğunu öne sürmüş, buna da Ereğli çizgisi (Ereğli-Linie)
adını vermiştir (Şekil 6). Aynı yayında Nowack,
Ereğli çizgisi ile Paflagonya Nedbesi arasında kalan alana, yine Kober’in
terminolojisini kullanarak Zwischengebirge (=ara masifi) yorumunu
getirmiştir.
Şekil 6. Ernst
Nowack’ın, 1932 yılında yayımladığı Paflagonya Nedbesi konulu ikinci sentezinin
haritası.
Wilhelm
Salomon-Calvi ve Tonale Hattı: 1930’lu yıllarda Almanya’da esen Nazi
rüzgârları, Musevi kökenli, Heidelbergli büyük üstad Wilhelm Salomon-Calvi’yi,
1934 yılında Türkiye’ye taşımıştır (Şekil 7).
Geçen yüzyıl sonunda, Alpler’deki Adamello masifinde doktorasını yapan
Salomon-Calvi, burada Kuzey Alpler ile Güney Alpler’i ayıran önemli bir
kırık hattı keşfetmiş, buna da, hattın en belirgin olduğu Tonale geçidine
atfen (Tonale Hattı (=Tonalelinie) adını vermiştir. 1905 yılında
Salomon Calvi, Tonale bölgesindeki çalışmalarından hareketle, Tonale Hattı’nın,
Eduard Suess’ün Alpid ve Dinarid dağ kuşağı sistemlerini birbirinden ayıran
büük bir bölgesel hat olduğunu öne sürmüş (Şekil 5),
1932 yılında, bu hattın Alpler’in batısına da taşarak Korsika Adası’na
kadar uzandığını varsaymıştır.
Şekil 7.
Nowack'ın Paflagonya Nedbesi'ni, bir Kuzey Anadolu kenet kuşağı (kendi
terimiyle "sinafisi") olarak ilk yorumlayan büyük Alman-Türk jeolog Wilhelm
Salomon-Calvi (1868-1941)
Salomon-Calvi,
Türkiye’deki çalışmalarına önce Ankara çevresinde başlamış, daha sonra
ilgisini kuzeye çevirmiştir. Türkiye’ye gelmeden hemen önce, Kober ve Stille’nin
kuramsal çatısının artık geçersiz olduğunu farkeden Salomon-Calvi, Wegener’in
kıtaların kayması teorisinin ateşli bir savunucusu olmuş; Korsika’dan Yugoslavya’ya
kadar uzattığı Tonale Hattı’na da bu çerçevede bir kıta-kıta çarpılma hattı
olarak baştan yorumlamıştır. Bu yeni yoruma göre Kober’in nedbesi, aslında,
iki kıtanın birbirleriyle çarpıştıktan sonra kenetlendikleri bir kenet
kuşağıdır. Salomon-Calvi, bu yepyeni kavrama bir de yeni terim türetmiş
ve synephie (sinafi= eski Yunanca’daki sunafeia:
birlik, ritm birliği, uyum) adını vermiştir.
Salomon-Calvi
1937 yılında, Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü Çalışmaları serisinde
53 numara olarak yayımladığı Geologische Beobachtungen in der Türkei
(Türkiye’de Jeolojik Gözlemler) dizisi makalelerinin, “Tonale Hattı’nın
Türkiye’deki Devamı” adını verdiği dokuzuncusunu bu konuya ayırarak, Ernst
Nowack’ın tanımladığı, Türkiye’nin kuzeyindeki Paflagonya Nedbesi’nin aslında
bir sinafi olduğun vurgulamış, bu hattın doğuda İran içlerine, hatta Güneydoğu
Asya’ya kadar izlenebileceğini öne sürmüştür. Onun bu önemli yorumunu,
o zamanlar pek az jeolog anlayabilmiş, hele ülkemizde bu önemli yayın ne
yazık ki hiçbir yankı yapmamıştır.
Daha
sonra MTA Enstitüsü’nde de çalışan Salomon-Calvi’ye, ünlü Rus jeolog Ivan
Muşketov’un kendisi gibi ünlü bir jeolog olan oğlu Dimitri Muşketov başvurarak,
Türkiye’nin yapısı hakkında derli toplu bir eserin bulunmadığını vurgulamış
ve Salomon-Calvi’den bu konuda bir eser yazmasını rica etmiştir. Salomon-Calvi,
bu konuda o zamana kadar yapılmış çalışmaların yetersiz olduğunu bildiği
halde, bir özet yazmaya karar vermiş ve o yıllarda ülkemiz hakkında kaleme
alınmış en önemli tektonik sentezi oluşturan ünlü makalesini MTA dergisinde
yayımlamıştır. Burada Paflagonya Nedbesi’ni ilgilendiren kısım, üstâdın,
makalesinin 57. ve 61. sayfaları arasında verdiği yorum kısmıdır (Die
Deutung der paphlagonischen Narbe: Paflagonya Nedbesi’nin Yorumu).
Burada Salomon-Calvi, Wegener teorisine göre Paflagonya Nedbesi’nin veya
kendi terimi ile Tonale Hattı’nın (Şekil 8) kuzey
kıtaları ile Gondwana kıtaları arasındaki çarpışma kuşağı olduğu yorumunu
ayrıntılarıyla tekrarlamış ve bu nedbenin, makalesinde sözü geçen depremlerden
de görülebileceği gibi, hâlâ faal olduğu tezini, aynen selefi Nowack gibi
tekrar ederek vurgulamıştır.
Şekil 8. Salomon-Calvi’ye
göre Anadolu’nun yer yapısı ve bu yapı içerisinde kendisinin Tonale Hattı
adını verdiği Kuzey Anadolu Nedbesi’nin yeri.
İhsan
Ketin’den Önce Türk jeologların Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı Hakkındaki
Yayınları: Türkiye’de yerbilimin tanıtılıp örgütlenmesinde kuşkusuz en
çok hizmeti geçen kişilerden İstanbul Üniversitesi Jeoloji Ord. Profesörü
Hamit Nafiz Pamir’in (Şekil 9) İstanbul Üniversitesi
Fen Fakültesi Mecmuası’nda, 1944 yılında yaptığı yayın, bir Türk tarafından
Kuzey Anadolu deprem hattı üzerine yapılan ilk sentez denemesidir.
Şekil
9. Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı’nı “Kuzey Anadolu Beresi” adı altında,
Nowack’ın Paflagonya Nedbesi fikri çerçevesinde yorumlamakta ısrar eden
jeolog Ord. Prof. Hamit Nafiz Pamir (1893-1976).
Ne var
ki, bu deneme, Nowack ve Salomon-Calvi’nin (yanlış olduğu İhsan Ketin’in
1948’deki makalesiyle ortaya çıkan) tezlerinin, yeni deprem olaylarıyla
sözde desteklenen bir tekrarı olmaktan ileri gidememiştir. Ketin tarafından
daha sonra geliştirilen, Kuzey Anadolu’daki depremlerin, bahsi geçen nedbeden
tamamen bağımsız yepyeni bir yapının sonucu oldukları görüşü, bu depremler
üzerindeki atımların ayrıntılarıyla haritalanarak kinematik-mekanik yorumları
yapılmadığından, bu tarihlere kadar hiçbir jeolog tarafından anlaşılamamış,
çoğu bu nedbeyi bir sıkışma kuşağı olarak yorumlamıştır. Pamir’in 1944’de
tam onaltı yıl sonra, 1960’da Dinamik Jeoloji ders kitabının ikinci
baskısının ikinci cildinde, Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı’nı aynen 1944’de
yaptığı gibi bir “bere” (=cicatrice) olarak yorumlaması, İhsan Ketin’in
1948’deki fikirlerinin, yani sağ yanal doğrultu atımlı KAF savınını, kendisine
hâlâ ne derece yabancı olduğunu göstermesi bakımından aydınlatıcıdır: “Orta
Anadolu sıradağlarıyla Karadeniz sıradağları arasında, Samanyı yarımadasından
ve doğurda hemen hemen Erzurum’a kadar takip olunabilen bir dağlık bölge
devam etmektedir. Bolu, Ilgaz masifleri, Yeşilırmak ve Kelkit boyunda uzanan
dağlar buraya aittirler. Takriben doğu-batı doğrultusunda olan bu dağların
çekirdekleri Paleozoik formasyonlardan müteşekkil olup İkinci ve Üçüncü
Zaman tabakalarıyla örtülüdürler. Bölge Alp orojenezi ile bir dip antiklinali
vücude getirmiş, fakat temellerinin çoktan pekleşmiş olması dolayısı ile
kenarları, uzunluğuna faylarla kırılmıştır (Şekil 10).
Şekil 10. Emile
Argand’ın dip antiklinal kavramı. Pamir, Kuzey Türkiye dağ kuşaklarının
ve onları güneyden sınırlayan Kuzey Anadolu beresinin bugünkü faaliyetlerini,
Argandvari bir dip antiklinalinin sıkışmaya devam etmesine bağlıyordu.
Bu suretle batıdan doğuya doğru
Düzce, Bolu, Gerede, Niksar, Çerkeş, Ilgaz, Tosya, Kargı, Suluova, Erbaa,
Kelkit, Suşehri, Erzincan, Erzurum ve Aras çukurları teşekkül etmiştir.
Bütün bu tektonik çöküntü havzalarında eskiden beri şiddetli depremler
olduğu gibi 1939’dan beri de âfet şeklinde sarsıntılar vuku bulmuştur.
Bu son depremlerde, söylenen bölgelerde, yerde büyük dislokasyon yarıkları
hâsıl olmuştur. Hemen hepsi aynı doğrultuda olan bu yarıkların birinin
bittiği yerde diğeri başlamıştır. Bu suretle doğuda Sansa boğazından itibaren
batıda Abant Gölü’ne kadar takriben 850 km. uzunluğunda bir dislokasyon
çizgisi husûle gelmiştir. 1939’dan beri vuku bulan depremler, Kuzey Anadolu’nun
önemli bir beresi olan bu büyük fayı bunun yakınınıdaki daha küçük dislokasyonları
meydana çıkarmıştır.” Pamir’in o zaman ülkemizde yaygın kullanılan ders
kitabında yanal atımlı faylardan çok yüzeysel olarak bahsedip, buna ülkemizden
örnek vermemesi ve bu çerçevede KAF’tan hiç bahsetmemesi, 1960’lı yılların
başında, Türkiye yerbilimleri çevrelerinin Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı’nın
karakteri konusundaki fikirlerinin çok yalın bir göstergesidir. Nuriye
Pınar-Erdem ile E. İlhan tarafından 1977 yılında yayımlanmış olan ve 4.
notta bahsi geçen makale de bu duruma çarpıcı ve bir o kadar da düşündürücü
bir örnek teşkil eder. Buna karşılık, Ketin’in 1957 yılında ilk baskısını
yapan Umumî Jeoloji ders kitabında aynı konuda yazılanlara bakalım:
“Arzkabuğunun hâlen faal durumlu, hareketli bölgelerindeki fayların ekserisi
ise doğrultu atımlı faylardır. Bunlar uzun mesafeler boyunca devam ederler
ve Arz kabuğunu uzun bloklara ayırırlar. Çanakkale’den Erzincan doğusuna
kadar uzanan ‘Kuzey Anadolu Deprem Çizgisi’, büyük ölçüde böyle bir fay
olduğu gibi, Kaliforniya’daki Sand Andreas fayı da aynı karakterdedir.”
KAF’ın
Keşfinin Tarihçesi
Kuzey
Anadolu’da bir deprem kuşağının varlığı, en azından geçen yüzyılın ortasında
sismolojinin (=deprembilim) kurucularından Robert Mallet’in büyük eseri
The First Principles of Observational Seismology (Gözlemsel Deprembilimin
İlk İlkeleri) adlı kitabının ikinci cildinde bulunan “Akdeniz’in Sismik
Şeritleri” adlı haritanın yayımlanmasından beri, yaygın olarak biliniyordu (Şekil 11).
Şekil 11.
Robert Mallet'in 1862 yılında yayımladığı Akdeniz'in sismik şeritleri haritasının
Türkiye'yi de gösteren kesimi. Kuzey anadolu'da işaret edilmiş olan silik
sismik bölge, KAF'ın faaliyetini gösterir.
Ancak 27-28 Aralık 1939 Erzincan
felâketi ve onu izleyen on yıl boyunca Kuzey Anadolu’yu kasıp kavuran,
onbinlerce insanın hayatına mâl olan deprem âfetlerine kadar bu deprem
hattı, adı geçen birkaç jeolog dışında kimsenin dikkatini çekmemişti. Bu
tarihten sonraki âfetler, yalnız Türkiye’de çalışan Türk jeologların değil,
buradaki yabancıların da dikkatini çekmiş; Salomon-Calvi ve başta Hamit
Nafiz Pamir olmak üzere küçük bir jeolog grubu, bu depremleri haritalayarak
yayınlar yapmışlardır. Bu uğraşıda en çok emeği geçenler arasında Coğrafya
Ord. Profesörü İbrahim Hakkı Akyol’u, MTA jeologlarından Necdet Egeran’ı
(Şekil 12A), o tarihlerde asistan veya doçent olan İstanbul Üniversitesi
jeologları İhsan Ketin, Enver Altınlı ve Nuriye Pınar’ı; İstanbul Üniversitesi
Yerbilimleri Ord. Profesörü Edouard Paréjas’ı, MTA uzmanı İsviçreli usta
jeolog Maurice M. Blumenthal’i ve daha sonra Emin İlhan adıyla Türk vatandaşlığına
geçen Avusturyalı jeolog Erwin Lahn’ı (Şekil 12b) saymak, kadirşinaslık gereğidir.
Şekil 12.
Kuzey Anadolu Deprem Hattı boyunca deprem merkez üslerinin, 1939 Erzincan
depreminden sonra aşamalı olarak batıya kaydığını ilk farkedenjeologlar
A: Necdet Egeran (1907-) ve B: Emin İlhan ([1907-1990] 24.12.1956'dan önceki
adı Erwin Lahn).
Bu
yayınların istisnasız tamamı, yabancı tektonik uzmanlarının eski
yorumlarına
bağlı kalarak, bu deprem hattını, artık son demlerini yaşamakta olan
Alpin
dağ oluşumunun son ölüm çığlıkları, Paflagonya Nedbesi’nin son
depreşmeleri
olarak yorumlamışlardır. Hamit Nafiz Pamir’in 1944 yılındaki yayınının
basit bir tekrarı olan ve 1948 yılında Londra’da toplanan Uluslararası
Jeologlar Kongresi’ne sunduğu ve orada yayımlanan tebliğ de, daha o
zaman
bile, geçersiz oldukları artık bazılarınca anlaşılmaya başlamış olan
görüşleri
tekrarlayan yazılar arasındadır. 1960 yılında yayımladığı ders kitabının
ikinci baskısında yer alan ve yukarıda aktarılmış olan ifadeler,
Pamir’in
1944’deki düşüncelerinin değişmediğini; Pınar-Erdem ve İlhan tarafından
1977’de yayımlanan makale de, bu bayat görüşlerin, ülkemiz jeologları
arasında
ne denli uzun ömürlü olduğunu ortaya koymaktadır. Burada, Türkçe
eserlerde
ve uluslararası literatürde sık tekrarlanan bir yanlışı düzeltmek
gerekir:
1939 Erzincan depreminden sonra deprem merkezlerinin (episantr), Kuzey
Anadolu deprem bölgesi boyunca, aşama aşama doğudan batıya kaydığı ilk
defa Ketin (1948) tarafından değil; Egeran ve Lahn (Şekil 12A ve B)
tarafından 1944 yılında vurgulanmıştır: “Bu sahada vuku bulan
son sarımlar devresinde, episantrın doğudan batıya doğru tedricen yer
değiştirdiği
müşahade olunmuştur.” Ketin’in 1948 makalesinde, yaygın olarak
yazılanların
tersine, bu konuya değinilmemiştir.
İhsan
Ketin’in (Şekil 13) yayımladığı 1948 tarihli
makale ise yepyeni bir yorumun, bir devrimin ilk habercisidir. Ketin, Kuzey
Anadolu ‘daki Paflagonya Nedbesi ile depremlerin ilişkisini bütünüyle reddederek,
depremlerin o zaman dünyada pek az bilinen yepyeni bir fay türünün, doğrultu
atımlı ve genç bir fayın hareketinden kaynaklandığını saptamasını yapmış;
bu fayın eski dağ oluşum yapısının (orojenik yapının) bırakın bir parçasını
oluşturmayı, tersine, bu yapıyı parçaladığını, orojenik hızda hareket eden
epirojenik bir yapı olduğunu ve eski nedbeyi her yerde izlemediğini göstermiştir (Şekil 14).
Şekil 13.
Kuzey Anadolu Fayı'nı keşfeden İhsan Ketin (1914-1995)
Şekil 14. İhsan
Ketin'in 1948 yılında Geologische Rundschau dergisinde yayımladığı ve doğrultu
atımlı Kuzey Anadolu Fayı'nı ilk defa gözteren haritası (haritayı daha
da büyütmek için üzerine tıklayın). Aynı harita, bir yıl sonra Türkiye
Jeoloji Kurumu Bülteni'nde, Almanca bilmeyen Türk jeologların yararlanması
amacıyla Ketin'in tarihi makalesinin bir Türkçe tercümesiyle birlikte tekrar
yayımlanmıştır. Fayın değişik taramalarla gösterilen tüm orojenik (=dağ
oluşum) bölgelerini keyfi bir şekilde kestiği dikkat çekiyor. İşaretler
(Zeichen): 1. Palezoik kristalin çekirdekler (Ar Bl: kenar silsilelerini
ve kenar volkanlarını da içeren Arap Bloku; AN Bl:Kızılırmak-KM, Menderes-MM,
Sakarya ve Konya masiflerini de içeren Anadolu Bloku; AM Ege masifi; PM
Pontik altı masifi; RhD: Rodop masifi; Istr: Istranca masifi; IM: İstanbul
Masifi); 2. Güney anadolu silsileleri; (Ta: Tauridler, Ir: İranidler);
3. Kuzey Anadolu silsileleri (An: Anatolidler, Po: Pontidler); 4. Eski
dislokasyonlar; 5. Yeni deprem hatları ve yer değiştire yönleri; 6. Deprem
merkez üsleri veya şiddetle harap olmuş yerler. Diğer kısaltmalar buraya
konulmasına gerek görülmemiş olan şehir veya kasaba adlarıdır. Bu tarihi
harita, yalnız Türkiye'nin değil, tüm Doğu Akdeniz'in güncel tektoniğinde
devrim yapan görüşlerin ilk habercisi olmuştur.
Ketin, 1948 makalesinde tanımladığı
doğrultu atımlı fayın eski yapılarla bir ilişkisi olmadığını, üzerine basarak
vurgulamıştır. Burada verilen yorumun, Salomon-Calvi’nin sinafisi ve onu,
Nowack’ı ve Blumenthal’i izleyen Hamit Nafiz Pamir’in cicatrice’i ile coğrafi
yakınlık (KAF, yer yer nedbeyi izlediği için de coğrafi eşlik) dışında
hiçbir ilişkisi yoktur. Bu nedenle, söz konusu yapının gerçek karakteri
(bir nedbe veya bere kuşağı değil de doğrultu atımlı bir fay olduğu), İhsan
Ketin tarafından keşfedilmiştir. Ancak, bunu anlayabilmek için, kullanılan
terimlerin tarihçesini ve arkalarındaki kavram topluluğunu ayrıntılarıyla
bilmek gerekir. Hele hele KAF’ın İskoçya’da 1946 yılında, William Q. Kennedy
tarafından ilk kez yayımlanan Great Glen fayından sonra ilk farkedilen
büyük yanal atımlı fayların ikincisi, büyük faal yanal atımlı fayların
da birincisi olduğunu (büyük dâhi Wegener’in 1915 yılında yayımladığı,
ancak 1953 yılında kadar birkaç kişi dışında kimsenin inanmadığı Kaliforniya
San Andreas Fayı yorumu hariç) ve bunu bir Türk jeologun o zaman hem tüm
dünyadaki jeologların çoğunun, hem de kendi çalıştığı üniversitelerdeki
hocaların savundukları genel kanıyla çelişen bir şekilde, zamanının en
az yirmi yıl ilerisinde bir görüşle yayımladığını bilmek, İhsan Ketin’in
yorumuna bambaşka bir çehre kazandırır. Bir çizgi boyunca depremler olduğunu
söylemek ile, bu çizginin yanal veya Ketin’in ifadesiyle doğrultu atımlı
bir fayın ifadesi olduğunu söylemek arasında büyük fark olduğu açıktır.
Ketin, 1948 yılında yayımladığı makalesinde, KAF boyunca bir Anadolu blokunun
batıya kaçmakta olduğunu da ilk kez söylemiştir. Aynı yayında Ketin, Anadolu’nun
güneyinde bu batıya kaçışı mümkün kılacak, KAF’ın simetriği, fakat sol-yanal
bir fay olması gerektiğini de söyleyerek, 24 yıl sonra keşfedilecek olan
ve kâşifleri arasında kendi öğrencilerinin de bulunduğu (Prof. Dr. İhsan
Seymen ve şimdi Stanford Üniversitesi’nde görevli Dr. Atilla Aydın) Doğu
Anadolu Fayı’nın da, bir anlamda kâhinliğini yapmıştır. Ketin’in çizdiği
tablo, Doğu Akdeniz faal tektoniği ve depremselliği hakkındaki çağdaş görüşlerin
hâlâ temelini oluşturan kuramsal çatıdır ve Ketin’den önce söylenenlerle
hiç bir ilgisi yoktur.
KAF’ın
Keşfinin Uluslararası Yankıları
1960’lı
yıllarda levha tektoniği teorisi, Wegener’in görüşlerini tekrar aktüel
hale getirince, Nobel ödülüne eşdeğer görülen Japon ödülü sahibi, İngiliz
tektonikçi Dan McKenzie, Akdeniz’in güncel tektoniği hakkında kapsamlı
ilk yayını hazırlamıştır. Levhal tektoniği teorisinin mimarlarından olan
McKenzie’nin yayınının kaynakları arasında, KAF hakkında yalnızca İhsan
Ketin’in makalesi verilmiş; Paflagonya Nedbesi hakkındaki yayınlar, bu
arada Hamit Nafiz Pamir’in makalesi de, konuyla ilgisiz olmaları ve depremlere
neden olan doğrultu atımlı bir faydan bahsetmemeleri nedeniyle kullanılamamıştır.
İhsan
Ketin’in devrim yapan önemli 1948 makalesi, Türkiye dışında ciddi uluslararası
bilim çevrelerinde de hakettiği ilgiyi görmüştür. 1984 yılında, benzerlerinin
en eskisi ve en prestijlisi olan Geologica Society of London, ağırlıklı
olarak bu nedenle, kendisini şeref üyeliğine seçmiş; 1988 yılında da, yerbilim
alanında Avrupa’nın en önemli üç madalyasından biri olan Steinmann Madalyası,
büyük ölçüde KAF’ı keşfi nedeniyle, Geologische Vereinigung tarafından
kendisine verilmiştir. Aynı yıl Ketin, Geological Society of America’ya
da şeref üyesi seçilmiştir.
KAF’ın
Keşfinin Türkiye İçin Önemi
Kuzey
Anadolu Nedbesi’nin, günümüzün geçerli tektonik kuramı olan levha tektoniği
teorisi kapsamındaki yorumu, paleotektonik bir yapı olan Kuzey Anadolu
Neo-Tetis Kenedi’dir (yaşı 55-45 milyondur; faaliyetini tatil edeli en
az 24 milyon yıl olmuştur). Başka bir deyişle, bu yapı, artık faal olmayan
eski, ölmüş bir yapıyı ifade etmektedir. Faal iken (yani en fazla 24 milyon
yıl önce) hiç kuşkusuz bugünkü Himalaya veya Alpler’de olduğu gibi, uzun
zaman aralıklarıyla görülen sıkışma depremleri ile belirlenen bu yapı,
artık hiçbir deprem üretmemektedir. KAF’ın levha tektoniği içindeki yorumu
ise bir transform fay olduğudur (oluşum yaşı 11-5 milyon; hâlâ faal). Bu
yapı hâlâ hareket etmekte, sık aralıklarla, doğrultu atımdepremleri oluşturmaktadır.
Genellikle sağ ve orta derinlikteki (nadiren derin odaklı) geniş oval alanlarda
kendilerini hissettiren sıkışma depremlerine kıyasla, yanal atım depremleri
değişik bir karektere sahiptir. Çünkü hemen her zaman sığı, dar ve uzun
alanlar boyunca etkinliklerini hissettirirler. KAF’ın geçmişte Kuzey Anadolu
Nedbesi ile karıştırılmasının üzücü bir sonucu, Kuzey Anadolu depremlerinin
nedenlerinin ve tabiatlarının uzun yıllar anlaşılamaması olmuştur. İlk
kez İhsan Ketin’in çalışmaları, KAF üzerinde ne tür depremlerin beklenmesi
gerektiğini belgelemiş, bu konuda hem sismologlara hem de depremle ilgili
çalışmalar yapan coğrafyacıdan inşaat mühendisine kadar değişik bir yelpaze
içinde yer alan araştırmacılara yol göstermiş; bununla da kalmayarak dünyada
tektonik deformasyonların büyük faylarla belirlenen faal yer değiştirme
hatları ile çevrilmiş olduğunu ve burulma yamulmalarına dirençli katı blokların
birbirlerine göre yaptıkları hareketler açısından betimlenebileceklerini
göstermiştir. Ketin ile birlikte o zamanlar dünyada Alman Franz Lotze ve
Kanadalı W. Tuzo Wilson gibi bir avuç jeolog tarafından savunulan bu önemli
görüş, 1960’lı yıllarda yerbilimlerinde devrim yaratan levha tektoniği
teorisinin de temilini oluşturur.
Ancak,
KAF’ın İhsan Ketin tarafından keşfinin, Türkiye açısından çok daha büyük
bir önemi vardır. O da, Atatürk’ün, saptadığı “muasır medeniyet seviyesinin
üzerine çıkmak” hedefi çerçevesinde okuyup muasır medeniyeti Türkiye’ye
getirmeleri için Avrupa’ya tahsile gönderdiği gençlerden birinin, en az
Avrupa ve ABD’de bilimin en ön saflarında ilerleyen meslektaşları kadar
bilime, dolayısıyla insan uygarlığına katkı yapabileceğini halkına ve dünyaya
kanıtlaması olmuştur. Bu, kuşkusuz, Türk jeologların daima övünecekleri
muhteşem bir başarıdır.
Kuzey
Anadolu Fayı hakkındaki geniş bilgisiyle bana bu yazının hazırlanmasında
yardım eden dostum ve çalışma arkadaşım Aykut Barka’ya, yazıyı okuyup eleştiren
Naci Görür ve Aral Okay’a teşekkür ederim...
A. M. Celal Şengör
Prof. Dr. İTÜ Maden Fakültesi,
Jeoloji Bölümü